23 Ocak 2013 Çarşamba

Aile mi?


Aile nedir?

“Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik” Böyle açıklıyor TDK.  Bir de şu şekilde açıklamış “Aynı soydan gelen veya aralarında akrabalık ilişkileri bulunan kimselerin tümü” Peki sizce hangisi?

Ben şimdiye kadar gördüklerimle, yaşadıklarımla açıklayayım biraz kendimce. Küçükken her şey güzeldir. Hele de anne tarafından en büyük torunsan dayılar, teyzeler senin için her şeyi yapar. Baba tarafından soğuk olursun. Orada aynı ilgi yoktur çünkü. Hep anne tarafına gitmek ister, orada kalmayı tercih edersin. Taki büyüyüp belli şeyleri fark etmeye başlayınca.

Yok yok büyüyünce baba tarafı değer kazanır demeyeceğim. Ama orası daha bir eğlenceli gelmeye başlar. Olgunlaşıyorsun ya hani. Büyüklerle sohbet etmek ister canın. Diğer taraftakiler de artık evlenme yaşına gelip kendi derdine düşmüşse tabi iyice soyutlarsın kendini.

Sonra gerçekleri görmeye başlarsın. Hani geçim derdi diye bahsedilir ya. Ondan işte. O çok sevdiğin akrabalarının bile seni arkandan vurabileceğini, kendi çıkarlarını öncelik yapacağını, “Biz bir aileyiz” diyenlerin yalan dolan olduğunu görürsün. Benim gibi zaten kuvvetli bağ kuramayan insanlar gerçekten inandığı insanların yüzündeki o yalancı ifadeleri görünce, tanıyınca artık aile kavramından daha da uzaklaşıyor. Tekilleşiyor. İnanmak istiyorsun bazen bu sefer doğrudur diye yine yalan çıkıyor.

Hatta bazen o kadar abartıyorlar ki durumu sana daha doğrusu çekirdek ailene düşman oluyorlar. Her işine taş koymaya çalışıp, bazen ekmeğini bile çalmaya kalkışıyorlar. Ne diyelim siz inançlı görünün kendinizce ben bu dünyanın bir de diğer yakası olduğunun gerçekten farkındayım.

Konudan sapıttım vesselam. Özellikle son bir yılda yaşadıklarımdan artık anladığım üzere “Aile” benim için babamın şu sözüdür:

“Biz sadece 4 kişiyiz. Annen, kardeşin, sen ve ben.” 

19 Ocak 2013 Cumartesi

Belki anlatabilmişimdir


Küçükken bir futbol topum vardı. Euro96 yazardı üstünde. Erdek’e ilk gittiğimiz zamanlarda oturduğumuz daire ana cadde üzerinde olduğu için imkan yoktu aşağı inip oynamaya. Ben de pikniğe gitme zamanlarını beklerdim. Allahtan babam da piknik aralarını fazla açmaz, her gittiğimizde benle top oynardı. Takım felan pek anlamazdım daha 5 yaşında. Sorana Fenerbahçeliyim işte derdim…

Sonra 1. Sınıf zamanı geldi. Okula başladık ve 3-4 ay sonra yeni evimize taşındık. Biraz ara sokak sayılırdı. Hemen yanında da park vardı. Futbol oynamak için bire bir ideal ortam anlayacağınız. Abilerimiz vardı mahallede. Bize elebaşı olurlar, akşam hava kararana kadar top oynardık.

2000-2001 sezonu gelmişti artık. Babam beni maçlara götürmeye başlamıştı polis lokaline. Orda mahalleden iki abi vardı yine polis çocuğu olan. Maçlarda hep oyuncu seçerdik. Birimiz Rapaiç olurdu, diğeri Revivo, öbürü Anderson. Gol atınca hanginin oyuncusuysa gururundan geçilmezdi ama hep beraber sevinirdik.

Sonra bir maç geldi ki ölüm-yaşam arası. Sadece bildiğim kazanmamız gerektiğiydi. Hani o meşhur maç. İlk yarı 0-3 ben şoktayım. Bir büyük geldi yanıma “Sıkma canını bu maç 4-3 olur” dedi. İnanmadım. İnanmak istedim yine inanamadım. Ama futbolcular sahaya çıktığında “Bizler inandık Sizde inanın” diye bağıranları duymuştum tribünde. Maç skoru malum 4-3. Zafer, eğlence. O abiyi aradı gözlerim. Kapının önündeydi “Gördün mü” der gibi yaptı çıktı gitti. Bir daha da görmedim zaten…

6-0 lık tarihi maç… Yalan yok izlemedim. Haftaiçi diye babam götürmemişti. Sonra uykumdan uyandırdı beni. “Kalk kalk skora bak. 6-0 kazandık” dedi. İnanmadım ben. Özet başladı. Tuncay, Ortega, Serhat, Ceyhun, Ümit.

Andırın da sınıf içi maçlarımız vardı. Fenerbahçe-Galatasaray diye ayrılır, 2 Beşiktaşlı arkadaşı da paylaşırdık. O zaman daha çekişmeli olurdu. Çok kavga çıkardı. Ama futboldu işte…

Hooijdonk’ un frikikleri vardı o yıl. Bir Gençlerbirliği maçı vardı ki, evlere şenlik. Kalecileri baraj kurdurmamış, 2 kişilik Fenerbahçe barajı kurulmuştu Hooijdonk’un isteğiyle. Sonuç malum. Tuncay vardı bir de. O zaman Fenerium mu biliyoruz, aldık pazardan 5 liraya formamızı. 10 numara. Keçeli kalemle yazmıştık arkadaşla, Tuncay diye. Gol attım mı mahalle de onun gibi sus işareti yapardım. Artık sınıfında Fenerbahçelisiydim, Fenerbahçesiydim.

Osmaniyeye geldim. Orada çok yoktu sınıfta Fenerbahçeli. Ama ben artık tek başıma yetiyordum. Apartmanda da Fenerbahçe üstünlüğü vardı, yine bulmuştum renkleri.

2005-2006 Sezonu. O kara sezon… Top o direklerin içinden girmedi bir türlü. 16 dakika 1 dakika da geçti bize. Diğerlerine de bir ömür geldi belki de. Sonra başkan istifa etti felan. İzledik haberleri. Çok dua ettik o zamanlar dönsün diye. Döndü de.

Sonra 100. Yıl başladı. İzmir’de Trabzon maçı. Bir sezon küfür edilen “Deivid”in kafası. Şampiyonluk… Bir sonraki sezon Şampiyonlar Liginde tarihi sezon… O yılsa olamadık şampiyon…

Ve hiçbir Fenerbahçelinin unutamayacağı o sezon 2010-2011 sezonu. Efsane geri dönüş. Gözyaşlarının mutluluktan akması. Kelimelerle anlatılmaz ya hani öyle işte. Sonra leke sürdüler o hislerimize. Canımızı yaktılar, o gün daha çok sevdim.


Babama sorsan bırak artık şu takımı der. Ey sevgili babam sen doğarken yazdırmışsın Fenerbahçeyi kaderime. Şimdi mümkün mü bırakmak. Evet belki de kafayı yemişimdir. Belki de Fenerbahçeyle bozmuşumdur kafayı. Ama siz vazgeçer misiniz en sevdiğinizden. Anlatılmaz duygulardandır işte…
Ve son sözüm, Allah'a en büyük duamız


"Bismillahirrahmanirrahim Fenerbahçe Amin…"

16 Ocak 2013 Çarşamba

Hadi başlayalım...


Evet efendim şimdi gelelim Aykut Alliş kimdir sorusuna…

Bendeniz 5 Mart 1993 de Hatay’ın Dörtyol ilçesinde dünyaya gelmişim. Doğar doğmaz da tartışma konusu olmuşum. Aykut mu olacak ismi Ahmet mi? Babam o dönemin golcüsü şimdi de bizim “Kocaman umutlarımızın sahibi” olan güzel insan Aykut Kocaman hayranıymış. O yüzden Aykut olsun demiş. Dedem de klasik bir dede olarak kendi ismini istemiş. Sonunda Dedem de Fenerle başa çıkamayanlardan olmuş.

4 yıl güzel kasabamız Kuzuculu da geçen hayat sonrası annemin rahatsızlığı nedeniyle babam polis olup başka bir şehire taşınmaya karar vermiş. Böylece 1997 yılı itibariyle Erdek hayatım başlamış oldu. Güzel bir çocukluk dönemi, sessiz sakin bir kıyı yerleşimiydi Erdek. 5 Yıl geçmiş gitmiş bir anda ve polislerin hayatının bir parçası olan tayin zamanı gelmişti. Yeni istikamet Andırın...

Andırın’a ilk gidişimi unutamam. Deniz kıyısından yayla diye tabir edeceğimiz 8000 Nüfuslu bu küçük ilçe. Annemle babam çok sevmişti orayı en baştan. Ama bana garip geliyordu çocuk aklıyla. Ama daha ilk günden yeni arkadaşım olması gereken kişilerin “Hadi maç yapcaz” sen de gel demesiyle her şey değişti. Yeni mahalleme birden ısınmıştım. Sonrasında orada da yine bir ikilem başladı. Hangi okula gidecektim? 2 farklı tercih vardı. Bizim sokaktaki çoğunluğun gittiği Atatürk İ.O. favoriydi ama müdürün valla alamam yer yok sözleri engel oluyordu ki araya sınav sonuçları girdi de kabul ettiler.

Güzel 3 yıldı. Sokakta çocuk olmak, hava kararınca girmek içeri. İşte bunların hepsini orada yaşadım. Okul arkadaşlarım da çok iyiydi. Çocuktuk belki ama güzeldi be işte. Ayrılması en zor olan sınıfım olmuştu. Andırın yaşamım, arkadaşlarım hakkında daha çok yazı çıkar. O yüzden burda keseyim orayı. Daha çok bahsedeceğim oradan.
Gelmişti yine ayrılık zamanı. Ama istediğimiz şehir gelmişti bu sefer. Osmaniye…

Tilki-Kürkçü dükkanı misali yine dönüp dolaşıp Çukurovaya gelmiştik. Dörtyola da 40 dakika en fazla. Şans eseri tutmuştu babam evi. Şimdi yerleştik oraya da . Ben mezun oldum okuldan kardeşim de aynı okuldan mezun olacak bu yıl hayırlısıyla.

Gelmişti lise zamanı. Küçüktük, uzak yer yazmak zordu. Yazdım Osmaniye Fen Lisesini. 3 Yıllık yurt yaşamım başladı. Aynı şehirdeydi evim ama hami daha iyi ders çalışırım belki yurtta diye. Olmadı da neyse. Çok sağlam arkadaşlıklar edindim yurtta. Hala da süren. Sonra üniversite hazırlık dönemi geldi. Ben de tekrar eve geçtim.

Dersane-okul-ders geçirdik 1 yılı. Üniversite tercih sonuçları gelecekti. Bu sefer uzaklar da gelebelirdi. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu…

Babamın ilk tayininde çekip Balıkesirle değiştiği İzmir demekki kaderimdeymiş. 2011 itibariyle burdayım artık. Bakalım burası neler yapacak hayatıma.

Her neyse fazla uzun olmasın. Bunlar genel şeyler. Çok var anlatacak şeyler içinde. Tabi zamanla bunlar da. Hadi kaçtım şimdilik…

Selamünaleyküm ben geldim


Haydi blog açalım, haydi DJ olalım… Bizim odanın son günlerdeki popüler cümleleri. DJ olmak için adım attık, bari blog işine de el atalım dedim. Tamamen kendi gördüklerim ve kendi düşüncelerimden oluşan yazıları paylaşmak amacım. Dilimiz ne kadar dönerse işte.

İnsanlar günümüzde okumayı pek sevmiyor artık. Belki bunları da sadece birkaç arkadaşım okuyacak. Ama en azından “keşke” demeyeceğim şeylerden biri olacak. Günün büyük bölümünü bilgisayar başında geçiren bir insan olarak buna da ayıracak zamanım vardır heralde.

Felsefik giriş yapmak istemedim pek. Burası benim özel kalemim. Her şeyi de anlatabilirim, hiçbir şeyden de bahsetmeyebilirim. Aşk da olur futbol da. Ama fazla edebi metinler beklemeyin yine de. Sonuçta ben de lise de edebiyat hocasının sözlülerine bakan bir insandım J .

Dün bir aydınlanma geldi gece gece. Elime aldım kağıt kalemi, 2 farklı ajanda 2 farklı detay hayatımdan. Yazdım bir şeyler. Eh dedik yazıyoruz madem burası da dolsun. Okul sakat zaten, bari boş geçirdik demeyiz.

Bu da böyle bir giriş yazımdır işte. Şimdilik hevesliyim bakalım. En yakın zamanda gelir yeni yazı da. Sonrası kader kısmet...