Küçükken bir
futbol topum vardı. Euro96 yazardı üstünde. Erdek’e ilk gittiğimiz zamanlarda
oturduğumuz daire ana cadde üzerinde olduğu için imkan yoktu aşağı inip
oynamaya. Ben de pikniğe gitme zamanlarını beklerdim. Allahtan babam da piknik
aralarını fazla açmaz, her gittiğimizde benle top oynardı. Takım felan pek
anlamazdım daha 5 yaşında. Sorana Fenerbahçeliyim işte derdim…
Sonra 1. Sınıf zamanı geldi. Okula başladık ve 3-4 ay sonra yeni evimize taşındık. Biraz ara sokak sayılırdı. Hemen yanında da park vardı. Futbol oynamak için bire bir ideal ortam anlayacağınız. Abilerimiz vardı mahallede. Bize elebaşı olurlar, akşam hava kararana kadar top oynardık.
2000-2001
sezonu gelmişti artık. Babam beni maçlara götürmeye başlamıştı polis lokaline.
Orda mahalleden iki abi vardı yine polis çocuğu olan. Maçlarda hep oyuncu
seçerdik. Birimiz Rapaiç olurdu, diğeri Revivo, öbürü Anderson. Gol atınca
hanginin oyuncusuysa gururundan geçilmezdi ama hep beraber sevinirdik.
Sonra bir maç geldi ki ölüm-yaşam arası. Sadece bildiğim kazanmamız gerektiğiydi. Hani o meşhur maç. İlk yarı 0-3 ben şoktayım. Bir büyük geldi yanıma “Sıkma canını bu maç 4-3 olur” dedi. İnanmadım. İnanmak istedim yine inanamadım. Ama futbolcular sahaya çıktığında “Bizler inandık Sizde inanın” diye bağıranları duymuştum tribünde. Maç skoru malum 4-3. Zafer, eğlence. O abiyi aradı gözlerim. Kapının önündeydi “Gördün mü” der gibi yaptı çıktı gitti. Bir daha da görmedim zaten…
6-0 lık tarihi maç… Yalan yok izlemedim. Haftaiçi diye babam götürmemişti.
Sonra uykumdan uyandırdı beni. “Kalk kalk skora bak. 6-0 kazandık” dedi.
İnanmadım ben. Özet başladı. Tuncay, Ortega, Serhat, Ceyhun, Ümit.
Andırın da sınıf içi maçlarımız vardı. Fenerbahçe-Galatasaray diye ayrılır, 2
Beşiktaşlı arkadaşı da paylaşırdık. O zaman daha çekişmeli olurdu. Çok kavga
çıkardı. Ama futboldu işte…
Hooijdonk’ un frikikleri vardı o yıl. Bir Gençlerbirliği maçı vardı ki, evlere
şenlik. Kalecileri baraj kurdurmamış, 2 kişilik Fenerbahçe barajı kurulmuştu
Hooijdonk’un isteğiyle. Sonuç malum. Tuncay vardı bir de. O zaman Fenerium mu
biliyoruz, aldık pazardan 5 liraya formamızı. 10 numara. Keçeli kalemle
yazmıştık arkadaşla, Tuncay diye. Gol attım mı mahalle de onun gibi sus işareti
yapardım. Artık sınıfında Fenerbahçelisiydim, Fenerbahçesiydim.
Osmaniyeye geldim. Orada çok yoktu sınıfta Fenerbahçeli. Ama ben artık tek
başıma yetiyordum. Apartmanda da Fenerbahçe üstünlüğü vardı, yine bulmuştum
renkleri.
2005-2006 Sezonu. O kara sezon… Top o direklerin içinden girmedi bir türlü. 16
dakika 1 dakika da geçti bize. Diğerlerine de bir ömür geldi belki de. Sonra
başkan istifa etti felan. İzledik haberleri. Çok dua ettik o zamanlar dönsün
diye. Döndü de.
Sonra 100.
Yıl başladı. İzmir’de Trabzon maçı. Bir sezon küfür edilen “Deivid”in kafası.
Şampiyonluk… Bir sonraki sezon Şampiyonlar Liginde tarihi sezon… O yılsa
olamadık şampiyon…
Ve hiçbir Fenerbahçelinin unutamayacağı o sezon 2010-2011 sezonu. Efsane geri dönüş. Gözyaşlarının mutluluktan akması. Kelimelerle anlatılmaz ya hani öyle işte. Sonra leke sürdüler o hislerimize. Canımızı yaktılar, o gün daha çok sevdim.
Babama sorsan bırak artık şu takımı der. Ey sevgili babam sen doğarken yazdırmışsın Fenerbahçeyi kaderime. Şimdi mümkün mü bırakmak. Evet belki de kafayı yemişimdir. Belki de Fenerbahçeyle bozmuşumdur kafayı. Ama siz vazgeçer misiniz en sevdiğinizden. Anlatılmaz duygulardandır işte…
Ve son sözüm, Allah'a en büyük duamız
"Bismillahirrahmanirrahim Fenerbahçe Amin…"

kanka uzun olmuş bea
YanıtlaSil