Normalde pek
duygusal konulara girmem. Hakkını
veremem gibi hissederim. Bugüne kadar bu konuda çok yazdım ama yayınlamaya ne içim el verdi ne
de zamanı uygun geldi. Şimdiyse sohbet edercesine bir şeyler karalamak istedim.
Dünya kupası sonrası boşluğa düşmüş de
olabilirim tabi. Orası ayrı bir konu.
İnsanız, hayatımız
boyunca hatalar yapıyoruz, öğreniyoruz, ders çıkarıyoruz veya akıllanmayıp
tekrarlıyoruz. Ömrümüz geçiyor böyle. Ama yanlış kişiye değer vermek gibi bir
kavram var ki üstümüzden uzak olsun. Ayları, yılları ve hatta ömrümüzü boş yere
harcamamıza sebep oluyor. Hata yaptığını anladığındaysa çok geç oluyor artık. Bazen
öyle bir çıkmaza giriyorsun ki savaşmak, mücadele etmek işe yaramayacağı için;
şehri, ülkeyi hatta mümkünse gezegeni terk etmek en doğru hareket gibi geliyor.
Yazmaktan korktuğum kelimeye “aşk” deniyor. İşin
garibi benim ağzıma almaya korktuğum, bu derece ciddiye aldığım bu kelime artık
iyice ayağa düşmüş durumda. Varsın olsun. Değerini bilenler olduğu sürece yaşar elbet. Peki kaç kere hissederiz
bu hissi gerçek anlamda? Ya sadece bir kezse ve bu hakkınızı çok ama çok yanlış
biri için kullanmışsanız?
Aslında hepimiz karşılık
görmediğimiz birine aşık olabiliriz ya da karşılık vermeyen konumuna
düşebiliriz. Asıl mesele duyguların karşı taraftan “kıymetsiz” görülmesi. İşte
yanlışlık burada ortaya çıkıyor. Normalde hayatınıza sokmayacağınız,
arkadaşınız bile olamayacak, anlaşamayacağınız, yanınıza yaklaşamayacak birisi
çıkıyor; adı üstünde, aşk işte; zamansız, hazırlıksız, kayıtsız şartsız
yakalıyor insanı tesadüfler içerisinde. Bir anda kalbinden gözlerine doğru
buğulu bir perde iniyor. Bir gün o perde kalkıyor, acısını siz çekiyorsunuz.
Tabi bunların temelinde “Gönül
bu ota da konar boka da” felsefesi yatıyor. İnsan aşık olacağı kişiyi
seçemiyor. Öyle bir duruma düşüyorsun ki değil mantıklı düşünmek bakkala
gidecek mecal bulamıyorsun. İşte bak güzel kardeşim etrafında o insanın
yanlış olduğuna dair belgelere dayanan ispatları bile reddeder noktaya
sürükleniyorsun. Sürekli ağzından, “Evet ama, o bu yüzden öyle demiştir, şu
yüzden oraya gitmiştir”lerle avutup duruyorsun kendini. Çünkü kimse karnında
kelebekler halay çekerken o adamın ya da kadının yanlış insan olduğuna ikna
edemez seni. Bu böyle sürer gider, ta ki hayata dair bir aydınlanma süreci
yaşayana dek. Kafana dank edene dek.
Bu yazıya başlarken
düşündüğüm şeylerle alakasız bir yazı oldu. Nefret kusacaktım ama nefret
kusamayacak kadar iğrenir duruma düşmüşüm. Eğerki kendimi kandırmıyorsam iyi bir şey bu, haberiniz olsun. Zaten
dediğim gibi ben bu konuda ya efsane bir şey ortaya çıkartırım ya da böyle
alakasız şeyler karalarım. Aslında size anlatmak istediklerim bunlar değildi,
yine bana kaldı o sözler.
Her neyse yanlış kişiye
aşık olmak yapılmaması gereken değildir yoksa insan doğrunun doğruluğunu
anlayamaz. Kafasına vura vura öğrenmesi gerekir bazen insanın doğruları. O yüzden
varsın yanlış adamı-kadını sevsin. Varsın gecelerce boşluğa bakıp canını sıksın.
Varsın her gördüğünde içi acısın. Önünde sonunda bir noktada şimşekler çakar
"Napıyorum lan ben" der. Sonra hayatı doğru insanlarla daha doğru yaşamayı
illa ki öğrenir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder