9 Nisan 2016 Cumartesi

Polis Bayramı?

10 Nisan...
Polis Bayramı...
171. yılı Türk Polisinin...
Peki bayram mı cidden?

Hani bir söz vardır; "Polise yarın bayram demişler, nerde görevliyim demiş" diye.

Söyleyelim nerde görevli polisimiz;
Sur'da görevli, Uzun Hasan'ın Ziya Gökalp'in Şehri Diyarbakır'da,
Cizre'de görevli, Nusaybin'de, Yüksekova'da...
TÜRK Bayrağı'nın dalgalandığı her yerde.
Bu ülke bölünmesin diye, bu bayrak inmesin diye...
Can veriyorlar, şehit oluyorlar...
Arkalarında küçücük evlatlarını bırakıyorlar...

Onlar bir daha baba diyemeyecek çocuklar...
Onlar bir daha bayram yaşayamayacak çocuklar...
Onlar hep yarım kalacak çocuklar...
Mezuniyetlerinde babaları olmayacak, düğünleri eksik olacak çocuklar...
Evin bir köşesinde fotoğraftan biraz serte kaçan bakışlarla izleyecek babası onları...
Baban ne iş yapıyor diye sorduklarında önce sessiz kalacak sonra "Şehit!" diyecek çocuklar...
Hatta bazıları var babalarıyla yan yana verilecek toprağa...

Unutmayız dedik, unuttuk.
Şehitler ölmez dedik, ateş düştüğü yeri yakmakla kaldı.
Ama korkmayacağız, çekinmeyeceğiz. Bu topraklar için biz de can vereceğiz gerekirse.

Neden mi?
Bu topraklar bize bu şehitlerin emaneti.
Bu çocuklar biz rahat uyuyalım diye babasız kaldı.
Elbet vazgeçmeyeceğiz. Elbet anılarını yaşatacağız.

Elbet bu çocuklara sahip çıkacağız.

Babaları "Seni çok özledik baba" yazan mektup koynundayken şehit olan; Göktürk ve Gökçe için,
Babasıyla yan yana toprağa verilen İrem için,
Gözyaşlarını içine akıtmak isterken tutamayan Rabia ve Kaan için,
"Bir aslan gitti, arkada üç aslan daha var" diyen Oğuzhan, Ömer Faruk ve Burak için,
"Keşke son bir kez daha görseydim" diyen, gözyaşlarını döktüğü küçücük ellerini babasının ardından açan Eymen için,
"Babamı istiyorum, verin babamı" diyen 3 yaşındaki Yusuf için,
Babasının cenazesine giderken "Babamı görmeye mi gidiyoruz" diyen Ahmet için,
Akan gözyaşlarına rağmen kendisine büyük gelen babasının kıyafetleriyle dimdik duran Doğan için,
Adını saymakla bitiremeyeceğimiz nice şehit çocuğu için,
Unutmayacağız. Her şeye rağmen unutmayacağız. 
Şimdi ne kadar kutlu olabiliyorsa o kadar kutlu olsun Polis Bayramı...












30 Temmuz 2015 Perşembe

Birazcık Deneyin

22 yaşına gelmişiz. 
Arkaya dönüp baksan “Vay be bunu başarmışım” diye övünecek bir şey yok. 
Aslında var da yok. 
Küçük şeylerle mutlu olmayı ne kadar öğrendiysek zaten yapmamız gerekenleri başarıdan saymaktan o kadar uzak durmuşuz.
Başkalarının neredeyse davul zurna çalarak kutlatacakları olaylarda biz bir aferinle yetinmeyi öğrenmişiz.

Dedim ya 22 yaşındayız. 
Yaşıtlarımızın umrunda olmayan olayları dert etmeyi yazmışlar sanki bize. 
Bir taraf yanlış yapıyor ama kim bunu zaman gösterecek. 
Belki zaman bile yetmeyecek ya neyse.

Bir yanda şehit haberi geliyor. 
O andan sonra gülsek bile suçluluk hissediyoruz. 
Bakıyoruz sadece biz dert etmişiz. 
İnsanlar hayatına devam ediyor. 
Üzüldüğüne dair tek bir satır yazmaya bile tenezzül etmiyor. 
Gülerken fotoğraflarını atıyor daha bir yana düşen ateş tazeyken. 
Diyorum ya belki de biz abartıyoruz belki de onlar yanlış yapıyor.

Bakıyorum konu aşktan, sevmekten açılıyor. 
Elhamdülillah yanlış aşklar uzmanıyız. 
Çoğul ekine bakmayın. 
Her gün bir kızla konuşanlardan olmadık. 
Bozuk plak gibi hem aynı yerde takılı kaldık. 
Biz daha “Ben senden hoşlanıyorum” demekten çekinirken sekizinci sevgilisinden ayrılanların dokuzuncuya olan aşklarını dinledik. 
Onlar romantik oldu biz odun kaldık.

İyilik yapmayı unutan insanlarla doldu etrafımız. 
İyilik yapanları saf olarak görenlerle. 
Dostluklar çıkar ilişkisine dönmüş. 
Derdini anlatan arkadaşına sadece “Boşver, kafana takma” demekle yetinenler var. 
Arkasından “Yine ne konuştu boş boş” diyorlar. 
Akrabalar görünce yolunu değiştirdiğin insan yığınına dönmüş. 
Gelenek diye sarıldığımız şeylerden dolayı geri kafalı olmakla suçlanmışız.

Haklısınız ben ne bilirkişiyim ne de uzman.
Her şeyi dosdoğru yaşayan biri de değilim.
Ama en azından inandığım değerler var.
Böyle yazınca egoistlikle suçlayanlar da olacak.
Onların da canı sağolsun.
Gerçi inandığı tek değer "Ulan şu kızı nasıl kandırırım, şu erkeğin parasını nasıl yerim" diye düşünenlere ne anlatsak boş ama olsun.

Neyse kimin yolu doğru kim mantıklı hareket ediyor bilmiyorum;
Ama siz yine de azıcık karakterli olmayı, adam olmayı deneyin en iyisi.

24 Temmuz 2015 Cuma

Yine Ölen Biz Olduk

Çok öldük biz.
Dinci teröristi bir yandan, Kürtçü teröristi bir yandan.
Azınlık kaldık kendi yurdumuzda.
Şehidimizi bile anarken faşist diye baktılar bize.
Birisi hümanist ilan etti kendini,
Diğeri İslam davasının sahibi.
Türk mü?
O ölsün.
Arkasından ırkçı deriz dediler,
Dini terk etti deriz dediler.

Pişkin pişkin sırıttılar.
Biz barış istiyoruz dediler; nice çocuğu babasız bıraktılar.
Biz barış istiyoruz dediler; eşleri kocasız bıraktılar.
Biz barış istiyoruz dediler; analara babalara evlat acısı çektirdiler.

Yanan bizim bağrımız oldu hep.
Polis öldü; iyi oldu gaz sıkıyordu bize dediler.
Asker öldü; işgalci zaten o dediler.
Kimse onlar da bu toprağın evladı demedi.
Kimse onlar da insan demedi.
Terörle aynı yatağa girenler bile mağdur ilan edildi de,
Şu ülkeyi gerçekten sevenler adam yerine koyulmadı.
Diğerlerinin adına anıtlar dikerken
Kendi evladımızın adını bile hatırlamadık.

Biz savaş istemiyoruz.
Biz çok öldük artık ölmek istemiyoruz.
Artık hilal ve yıldızın sarılı olduğu tabutlar görmek istemiyoruz.
Ama ölmekten de korkmuyoruz.
Annelerinin eteğini giyip sokağa çıkanlardan olmadık hiç.
Türkiye’den nasıl siktir olup gitsem diye düşünenlerden olmadık.
Atatürk’ü sevdiğini söyleyip onun en küçük öğüdünü bile unutanlardan olmadık.

Çünkü biz daha doğar doğmaz kulağımıza ezanla beraber;
Türk olduğumuzu fısıldadılar.
Kendi yurdumuzda garip olacağımızı anlattılar.
Ama unutma dediler;
Türk merhametlidir, Türk aman dileyene kılıç kaldırmaz dediler.
Türk esir de olmaz dediler.

Biz ayrılık istemiyoruz,
Biz bize düşman olmayanlarla beraber yaşamak istiyoruz.
Bu vatan 15 yaşında cepheye gidenler sayesinde kuruldu bunu da biliyoruz.
Siz öldürdükçe çoğalacağımızı da biliyoruz.
Ve “Geldikleri gibi giderler” diyen sarışın kurdun sözünü kendimize görev biliyoruz.

 “Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza   ve müdafaa etmektir.
  Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"







31 Aralık 2014 Çarşamba

2014'ün Enleri

2013 Yılının Enlerini yazmış bunu geleneksel hale getirip daha uzun tutayım demiştim. Twitter yetmeyince bu mecraya kaydım yine. Tabii ki belirteyim önce, yaşanan her şeyi yazamadım, satır başlarından bahsettim. Öyle eğlence olsun diye yazayım hatırlayıp gülümseyelim beraber.  Buyurun 2014’ün enleri…

Kronolojik gideyim biraz…

“Yılın Doğum Günü Kutlaması” olarak beni ayaklarına çağırdıkları, haftasonumu şenlendiren arkadaşlarımın hazırladığı kendi doğum günümü seçiyorum.


“Yılın Kongresi”ni tabii ki arkadaşlarımın canla başladığı çalıştığı TFD Öğrenci Kongresi alıyor.


“Yılın Şampiyonluğu” Ersun Hocamızın bize montlarla kutlattığı şampiyonluğa gidiyor tabii ki.


Bu yıl gerçekten gezi bolluğuna kapıldık ama otobüs yolculuğunun dibine vurduğumuz Bolu gezisi “Yılın Gezisi” olmayı hak ediyor.



“Yılın Etkinliği” küçük çocukları güldürdüğümüz, en başından sonuna kadar hem eğlenip hem de iyi bir şeyler yapmanın mutluluğunu yaşadığımız Kışlak İlkokulu…


Ama ALS kampanyasında da iyi eğlenmiştik hakkını yemeyelim. 


“Yılın Yürüyüşü” geniş bir aile olarak geleneksel hale gelen Zirve Yürüyüşü olmazsa olmaz.


“Yılın Seçimi” tabii ki yıllardır kazandığımız ilk seçim olan Okul Başkanlığı’na gidiyor. Buradan tekrar bu süreçte yanımda olan herkese teşekkür etmiş, kalbini kırdığımız kimler varsa onlardan da özür dilemiş olayım.

Kişilere gelirsek şimdiden bahsemediğim arkadaşlardan özür dileyeyim. Telefonla arayıp küfür edebilirsiniz. Ben size özel olarak enlerden bahsederim..

“Yılın Bahtsız Bedevisi”  Berkan Gider

“Yılın Şair Görünümlü Odun Adayı” Oğuz Avcı

“Yılın Son Dakika Golü” Laçin Tekin

“Yılın ‘Dergi de Dergi’ diyen Edebiyat Kulübü Başkanı” Sümeyye Gündüz

“Yılın Beni En Çok Bıçaklayacakmış Gibi Bakanı” Kübra Özcan

“Yılın Okula Yardımcı, Sınavlara Hazırlık Kankası” Tuğçe Sözer

“Yılın En Abla Görünümlü Kardeşi” Ayşenur Özdemir

“Yılın En Yeni İç Anadolulusu” Rabia Bağcı

“Yılın En Uzaklardan Yemek Getireni" Şebnem Ekici





Ve burada tek tek yazacak olsam bir blog yazısına sığmayacak, yazı dizisi haline gelecek tüm arkadaşlarım... Çok uzatıp sıkmak istemediğim için isimlerinizi yazamadığımdan yazıyı bile silecektim, tam içime sinmedi ama yine de böyle olsun bu seferlik...

Hepimizin yeni yılı kutlu olsun.

18 Kasım 2014 Salı

Göç Ediyoruz

Arkadaşlar daha önce açıkladığım okulca Sırbistan’a yerleşme planımızın detaylarını açıklıyorum.

Öncelikle Sırp ırkçılığından korkmanıza gerek yok. Bildiğiniz gibi Kosova olsun Bosna Hersek olsun Karadağ olsun ülke olurken Sırbistan’dan da toprak aldılar. Önüne gelen bu ülkeden toprak alıyor.



Peki biz ne yapacağız? Vizelerimizi alıp Sırbistan’ın Kosova sınırına en yakın ve en boş köylerinden birine yerleşeceğiz. Sonra da köyü tamamen ele geçireceğiz ve yarı bağımsızlığımızı ilan edeceğiz. Köy Kosova sınırında olduğu için askeri konuda korkmanıza gerek yok. En olmadı sınırı kaydırırız.


Yaşama şeklimize gelelim şimdide. Kendimi köy muhtarı olarak seçtim arkadaşlar. Tabi seçim falan yenilemeyelim şimdi önce kalkınmamız gerek. Sırpça öğrenmeye gerek yok Kosovalılar Türkçe biliyor. Okuldan hoca falan götürmüyoruz tabi. Sadece Haydar Abi’yi alıp ona şehre hakim bir yerden kafe açıyoruz. Sırplar çok fazla Türk kahvesi tüketiyormuş. Kendine güvenen bir arkadaşı bu göreve verebiliriz.



Gitmeden herkes bir iki zanaat öğrensin orada boşuna usta parası falan vermeyelim. Herkes bildiği işin başına geçsin. Geçim konusunda önce tarımla uğraşırız. Çoğumuzun emeklilik hayali Bodrum'a yerleşip domates yetiştirmek olduğu için bu işin altından kalkacağımızı düşünüyorum. Ülkenin güneybatısında olduğumuz için Akdeniz iklimi etkili zaten. Bereketli topraklar. Tütün bol, öyle  buradan sigara falan götürmeye kalkmayın.


Aramızdan çalışkan olan arkadaşlarla fizik tedavi merkezi açıp Avrupa’nın en büyük ftr köyü olup sağlık truzmi yapacağız. Onların şu ana kadar yeterli düzeyde mesleği öğrenmiş olduklarını düşünüyorum. Ayrıca Sırbistan ülkeye turist çekmeye çalıştığı için bize dokunmaz böylece. Yemek konusunda kendine güvenen arkadaşlarla restoran açıp turistlere kuru fasülye pilavı 20 euro’dan servis eder kalkınırız zaten.


Haydar abi sağolsun futbolsuz duramaz. Köyümüz yeşillik olduğu için saha konusunda sıkıntımız yok. 


Köyce Sırbistan Ligi takımlarından Novi Pazar’ı tutuyoruz bu konuda itiraz istemiyorum. Tabi Genç Novi Pazarlılar, UltrAszar ve Pazar gibi taraftar grupları kurulabilir.



Gece hayatı falan yok arkadaşlar. Meydana ses sistemi kurar kendimiz eğleniriz. İnternetten istediğimiz şarkıyı da açarız hem. Öyle dj falan uğraşmayız. Hem bu okulun göbek atmaya, halay çekmeye ne kadar meraklı olduğunu hepimiz biliyoruz.



Benim şu an için aklıma gelen sorunlar bunlar. Sorusu olan varsa hep beraber çözer yeni bir göç planı hazırlarız.
Göç edene kadar DEU FTR ile yaşamaya devam edelim arkadaşlar.

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Yanlışlar

Normalde pek duygusal  konulara girmem. Hakkını veremem gibi hissederim. Bugüne kadar bu konuda  çok yazdım ama yayınlamaya ne içim el verdi ne de zamanı uygun geldi. Şimdiyse sohbet edercesine bir şeyler karalamak istedim.  Dünya kupası sonrası boşluğa düşmüş de olabilirim tabi. Orası ayrı bir konu.

İnsanız, hayatımız boyunca hatalar yapıyoruz, öğreniyoruz, ders çıkarıyoruz veya akıllanmayıp tekrarlıyoruz. Ömrümüz geçiyor böyle. Ama yanlış kişiye değer vermek gibi bir kavram var ki üstümüzden uzak olsun. Ayları, yılları ve hatta ömrümüzü boş yere harcamamıza sebep oluyor. Hata yaptığını anladığındaysa çok geç oluyor artık. Bazen öyle bir çıkmaza giriyorsun ki savaşmak, mücadele etmek işe yaramayacağı için; şehri, ülkeyi hatta mümkünse gezegeni terk etmek en doğru hareket gibi geliyor.

Yazmaktan korktuğum kelimeye “aşk” deniyor. İşin garibi benim ağzıma almaya korktuğum, bu derece ciddiye aldığım bu kelime artık iyice ayağa düşmüş durumda. Varsın olsun. Değerini bilenler  olduğu sürece yaşar elbet. Peki kaç kere hissederiz bu hissi gerçek anlamda? Ya sadece bir kezse ve bu hakkınızı çok ama çok yanlış biri için kullanmışsanız?

Aslında hepimiz karşılık görmediğimiz birine aşık olabiliriz ya da karşılık vermeyen konumuna düşebiliriz. Asıl mesele duyguların karşı taraftan “kıymetsiz” görülmesi. İşte yanlışlık burada ortaya çıkıyor. Normalde hayatınıza sokmayacağınız, arkadaşınız bile olamayacak, anlaşamayacağınız, yanınıza yaklaşamayacak birisi çıkıyor; adı üstünde, aşk işte; zamansız, hazırlıksız, kayıtsız şartsız yakalıyor insanı tesadüfler içerisinde. Bir anda kalbinden gözlerine doğru buğulu bir perde iniyor. Bir gün o perde kalkıyor, acısını siz çekiyorsunuz.

Tabi bunların temelinde “Gönül bu ota da konar boka da” felsefesi yatıyor. İnsan aşık olacağı kişiyi seçemiyor. Öyle bir duruma düşüyorsun ki değil mantıklı düşünmek bakkala gidecek mecal bulamıyorsun. İşte bak güzel kardeşim etrafında o insanın yanlış olduğuna dair belgelere dayanan ispatları bile reddeder noktaya sürükleniyorsun. Sürekli ağzından, “Evet ama, o bu yüzden öyle demiştir, şu yüzden oraya gitmiştir”lerle avutup duruyorsun kendini. Çünkü kimse karnında kelebekler halay çekerken o adamın ya da kadının yanlış insan olduğuna ikna edemez seni. Bu böyle sürer gider, ta ki hayata dair bir aydınlanma süreci yaşayana dek. Kafana dank edene dek.

Bu yazıya başlarken düşündüğüm şeylerle alakasız bir yazı oldu. Nefret kusacaktım ama nefret kusamayacak kadar iğrenir duruma düşmüşüm. Eğerki kendimi kandırmıyorsam iyi bir şey bu, haberiniz olsun. Zaten dediğim gibi ben bu konuda ya efsane bir şey ortaya çıkartırım ya da böyle alakasız şeyler karalarım. Aslında size anlatmak istediklerim bunlar değildi, yine bana kaldı o sözler.

Her neyse yanlış kişiye aşık olmak yapılmaması gereken değildir yoksa insan doğrunun doğruluğunu anlayamaz. Kafasına vura vura öğrenmesi gerekir bazen insanın doğruları. O yüzden varsın yanlış adamı-kadını sevsin. Varsın gecelerce boşluğa bakıp canını sıksın. Varsın her gördüğünde içi acısın. Önünde sonunda bir noktada şimşekler çakar "Napıyorum lan ben" der. Sonra hayatı doğru insanlarla daha doğru yaşamayı illa ki öğrenir…

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Düğünler

Sağolsun yurdumuzun yanındaki otel sayesinde zengin düğünlerini baya bir öğrenmiş oldum. Odamın balkonu tam olarak otelin havuzuna baktığı ve düğünler de bu havuz kenarında yapıldığı için bir yıldır iyi gözlem yaptığımı düşünüyorum. Tabi dizi ve filmlerin de katkıları var gözlemlerimde. Aslında “zengin düğünü” diye bir grup yapmak istemezdim ama daha uygun bir isim bulamadım onlar için.

Çukurovanın bağrından kopmuş gelmiş biri olarak kendi düğünlerimizle kıyaslama yapayım dedim bu düğünleri. Ha sorsanız en son ne zaman düğüne gittin diye çok uzun bir zaman diliminden bahsedebilirim. Ama sağolsun tüm aile üyeleri ne zaman bir araya gelse evde düğün kasetleri açıldığı için yeterince öğrendiğimi düşünmekteyim.

Mesela zengin düğününde ayakta duruyorlar. Bizde oturursun.

Onların masaları arasında dağlar kadar fark var. Bizde sandalyeler/masalar o kadar bitişiktir ki yerinden oturdu mu kalkamazsın.

Onlarda herkesin yeri belli. Garsonlar yerlerini gösteriyor girişte. Bizde en güzel yeri kapmak için düğünden 3 saat önce giden teyzeler biliyorum ben.

Onlarda ortada garsonlar dolaşıyor, insanlara ne içersiniz diye soruyor. Bizde ben teyzelerin meyve suyu dağıtan gençlerin peşinden koştuğunu gördüm.(Ne garson mu olacaktı bir de memleketin yiğit evlatları dağıtacak tabi.)

En önemli fark belki de müzik. Dans müzikleri kesinlikle yabancı. Bizde dönemin şartlarına göre Ferhat Göçer, Mustafa Ceceli falan çalıyor galiba dans müziği olarak.

Onlarda düğünün ortalarında Disko müzikleri çalarken genç kızlar bir eli havada dans ediyor. Bizde disko müziği çalarsa pist çocuklara bırakılıyor. Teyzeler “Bu ne yahu” diye mızmızlanıyor. (Ben bunu yazarken şu an Tranquila çalıyor, durum dediğim gibi.)

Mesela bu düğünlerde herkes ya kendi arabasıyla geliyor ya da taksiyle. Bizde düğün sahibi minibüs tutmazsa ayıplanır.

Bu arkadaşlar köyde düğün yaparsa “kır düğünü” oluyor biz yaparsak gelenek görenek oluyor...

Velhassılkelam “onlar” kalıbı eğlence amaçlı. Zengin de olsalar onlar da Ankara’nın Bağları çalmadan düğünü bitirmiyor. Çok sık olmasa da damarlarındaki Anadolulu kanı bir kesik bulup dışarı çıkıyor.


Kendi adıma sorarsanız, memleketimdeki düğünler için konuşuyorum; gidemesem de göremesem de düğün bizim düğünümüz be arkadaş. Bu vesileyle düğününe gidemediğim tüm kuzenlerime de selam yollamış olayım…